25 Ekim 2014 Cumartesi

Sonsuzluk ya da Narkissos




Sonrası bizden uzak ya da yoktur sonrası pişmanlığın. Bir ihtimal. İhtimaller can sıkıcıdır bilirsiniz. Bilmekten başka seçeneğiniz de yoktur belki de. Belki’lerin arkasına sığınmak çoğu zaman bize iyi geliyor da olabilir. Kaldı ki kesinlikle bu böyledir demek işin cılkını çıkarmak olur.  Kesinlik, bu kadar kasvetli olmasaydı eğer, başka konuşabilirdi dilim. Düşünüp kahrolmak da hiçbir fayda sağlamıyor ruhuma. Yersiz espriler yapmaya çalışmak da hafifletmiyor âraf azabını. Bir cevabı vardır elbet sorularımın. Öncelikle insanı, yani kendimizi tanımalı. Kendini bilmezlik bahtsızlığı büyümemeli beynimizde. Tanrı’ya inanmak bu kadar zor muydu eskiden? Merak ediyorum işte. Öyle sanıldığı gibi inanmak sorunları ortadan kaldırmıyor. Sorular hep artıyor. Cevaplarsa çoğu zaman tatmin etmiyor. Tam da keşke deme’nin vaktidir. Daha neler bekliyor bizi, yaşarken çıplaklığıyla göreceğiz. Çünkü görmezden gelemeyeceğimiz ayıpların müşahitleriyiz. Bana inanmak zorunda değilsiniz. İnanmak dişlerimi de gıcırdatıyor. Gıdıkla; ama sırıtma. Sırıtmak, irsi bir hastalıktır. Bunu bilmeseniz de olur. Hesabımızı ortaya döksek hepimiz haklı çıkacağız. Hepimiz kimler oluyor, işte asıl bu soruya cevap aranmalı. Kim dahil değil bu suça? Eksilen kim? Eksik olan ne? Neden hepimiz? Daha nereye kadar aklımızın yerinde olduğunu fısıldayacağız kalabalığın kulaklarına. Biri sustursun ulan beni! Demeyeceğim. Konuşmak istiyorum. Konuşmak; ama yalansız. Kulaklar ile gözlerin toplamını, neyle çarparsak gördüklerimizin ve duyduklarımızın oranı çıkar? Çabuk söyleyin. Hayır sarhoş değilim. Günah işlemenin yan etkisi nedir?

Geçici bir istirahat vermek istiyorum ruhuma:

Bugün bayram. Günlerden cumartesi. Ben ve komşular. Ben içeridekilerden, komşular dışarıdakilerden. Sabahın erken saatleri. Biri uyandı. Birileri neden hâlâ uyanmadı hiçbir izahı yok elbette. Ziller anonim kişilerce tekmeleniyor bazı sıralar. Soran yok. Kim o diyen de kaçtılar. Fakat aklımı zehirli sorular meşgul ediyor. Yüklemi sonda olan cümleler kurmak için kendimi yırttığımı kaç kişi biliyor ki? Böyle sıhhatli konuşmak istiyorum işte. Ne dediğimi anlamaktan yoksun kalmak. Berrak. İşim yazmak ne de olsa. Dağınık kalsın mesela sokaklar. Kadınlar ben konuşurken de konuşsun imanın şartlarından. Bugün kaç kişi öldü, hepsinin günahlarını günahsızlar alsın boynuna. Ne çıkar ki aldatmaktan. İnsanız, hakkımız değil mi?


İç sesler: ‘’Laf.’’

 Lafla günahlarımız azalmıyor işte. Günah işlediğimi görüyorum rüyalarımda. Peşimdeler sanki. Cinler. Cinleri kabul etmek işime yaramıyor. Anlıyorum. Korku deseniz arka bahçede bir yerlerde gömülü bekliyor sanki. Karanlıkta bedenlerimize değen gölgeleri yarıp ışığa doğru koşuyoruz. Dan. Dan. Dan. Dilenciler cirit atıyor ha bire meydanlarda. Bayramın halası geliyor Gavur memleketinden. Gavura gavur denmemeliydi. Büyük suç tekrar dirildi. Dini: tanrı biliyor. Uçaklar rötar yapıyor havasızlıktan. Hacılar işsiz kalıyor sabah sabah. Kurban kesmek artık caiz değil bu topraklarda. Vakti geçti.

İç kalabalık: ‘’Öldü! Öldü! Valahi de öldü’ğünü yazıyor. Bu haber başkaydı.’’

Saçma. Oturdum bankın üstüne. Bankalar kapalıydı. Kuşların beyne ihtiyacı yokmuş. İnsan kanatsız da güzelmiş. Kadının adı ne zaman zamir oldu hiçbir fikrim yok? Türk din kurumu ne zaman özerkliğini ilan edecek? Gençler bekliyor. Özgün latifelere hazır değilim henüz. Bağımsızlık olsun, kabulüm. Ayağa kalktım. Yürüdüm. Böyle başlıyordu bazı romanlar, bazı hikâyeler, bazı kavgalar. Çalsın o zaman zurnalar. Oynasınlar romanlar. Romalılar roman değilmiş. İyi halt yemişler. Kelime fetişistliği yapmak denir buna.  Kayalıklarda tek ayak üstünde duran martılar, bayat simitleri kemiriyor. Bu iyiydi galiba. Galibiz en sonunda. Kovduk zındıkları hamamlarımızdan. Haremlerin güvenliği benden sorulur, ey mü’minler! Deniz ve mehtap sordular seni neredesin. Nerdesin saadet? Bakma bana öyle. Şehirlere bombalar yağardı, ben geceleri dolaşırdım. Menfaatim aşktan yana yok. Hakikat kuldan gizlenilmez!..

Öteki ben: ‘’Kestik.’’


Kesmesine kestiniz; lâkin yalanı da günahtan ayırdık. Eşrefi mahlûkatız. Sapık düşüncelerden muaf mıyız, henüz doktor damlamadı yanımıza. Yarından sonra balkan kışları kapıya dayanacak. Halimiz duman. Yak bir sigara. Oh ne âlâ. Çek bir fırt. Sigaramın dumanı dam üstünde oynaşır. İzmaritin üstüne dudak izleri. Kızıl. Aynı renklerin iç güdüleri. Bana sorsan dur derim, gidenin cezası asılı duruyor askıda. Bir şarkı söyle: Bir kadın tanıdım. Sonra yabancılaştık birbirimize. Şarkıları ezber eden kaç pezevenk kaldı bu diyarda? Tevellüdü kaç iblisin? Elleri, ayakları çapraz olarak kesilsin. Gözleri oyulup çıkarılsın...Emir uygulansın. Bu sözlerin doğruluk payı var mı? Sırası değil bardak tokuşturmaya. Kadehte duran su değil şaraptır. Kırmızı. Üzerimde fenalık getiren fenâfillahların mendebur bakışları. Kerrat cetveline lafımız mı oldu herkesin imanı soyulmaya başladı? Böyle bir şeydi işte. Önce geldim. Sonra ellerimde kum taneleri denizi tekmeliyorum. Nasıl yaparsam öyle doğrulur kemiklerim? Bu saatten sonra kendimi anlatacak değilim. Yazdıklarımın ne kadarı beni ilgilendirir? Deliler geliyor hatırıma. İntihar eden deliler uykumu kaçırıyor. İntiharı düşünmedim değil. Ölümü de düşündüğüme göre o halde sorun da yoktur. Aklımdan geçen o kadar sakat düşünce var ki, anlatırsam toprak kabul etmez bedenimi. Diyelim ki ayakkabımın üzerindeki karıncayı avucumun içine aldıktan sonra öldürdüm. Eğer kurgusal bir metnin içinde geçmiş olsaydı sadece okur geçerdiniz bu satırları. Peki gerçekten öldürdüm deyip sizi biraz daha kışkırtsam. O zaman düşünürdünüz, sövülmeyi hak ediyor mu diye bu cani. Hata kendi suçunuzu hafifletmek için dava bile açardınız. İyi de hiçbir kurban masum değildir denilmemiş miydi? Yalan bilginin kurbanıyım ben de. Suçlu ben değilim, O. ‘’O’’ ise içimizde bir yerlerde. Kuşkuluyuz.  Fakat hiçbir ‘SÖZ’ söylendiği gibi değildir. Baştan sona kadar saçma geliyor olabilir size. Uydurulmuş sözler misali. Bir şey daha itiraf etmem gerekecek: daha henüz öldürmedim. Zaten böyle bir düşüncem de yoktu. Sırf bir şeyler yazmak adına kâğıdı dolduruyorum. Bu da yalan. Mesela bu metin önce öykü olarak yazmaya başlandı; sonra vazgeçildi. Keyfimin kâhyasıyım. Siz ne derseniz kabulüm yine. Bir itiraf mektubu desem kaçınız inanacak ki zaten? Hayat öylesine acımasız ki. Günde onlarca çocuk göçüp giderken sessiz kalırız da, bir karıncayı aranızdan çekip köşeye attığım için taş yağmuruna tutarız.  Sizi anlamak gerçekten zor sevgili okur. Size nefret ettiğim filmlerden de bahsedebilirdim, ama korkulur sizden. Ama içimdekileri de söylemeden edemiyorum işte. Takdir sizin. Ve fakat kimin suçlu kimin ahlaklı olduğu dışında ödevlerimin. Tanrı sonsuzluktur. Görmüyoruz. Sadece inanıyoruz.







ekim 2014