28 Ocak 2014 Salı




köylü kentler


kentler ölümü kaldırmaz
kaldırmaz ölüler kentleri
mezarları hıçkırırsa köylerin
oysa hangi kenti doğradıysam
fâni bir savaş gördüm içinde
hıçkırdım
bir söz fışkırdı boğazımdan
kentler öldü
kentler öldü
artık ölümlüyüz


artık KÖYLÜYÜZ



Harun Aktaş

15 Ocak 2014 Çarşamba

Sûret

                                        
             Terli bir geceydi. Yatağından kalktı, bekledi. İlk defa bir böcek gibi ne kadar çaresiz olduğunu hissetti. Bu acınası haline birden gülümsedi. Bu gülümse, aykırı bir kahkahaya dönüştü bir müddet sonra. Düşündü. Banyoya gitti. Uzun zamandır yapmadığı bir şey yaptı ve soyunmaya başladı.Sol memesindeki bene dokundu. Banyo dolabının içinden orta sınıf ailelerde görmeye alışkın olduğumuz sarı tarağı çıkarıp vücudundaki  siyah kılları taramaya başladı şiddete mahal veren belgisiz bir nobranlıkla. Saçını tarayamamanın acısını bedenindeki kıllardan çıkarıyordu sanki. Aynı hınçla çekmeceden çıkardığı cep aynasından suratına baktı ve hiç beklenmedik bir anda gözlerini yumarak tarağın köhnemiş dişleriyle yüzünü hunharca taramaya koyuldu. Kanlar aynaya fışkırıyordu. Aklını yitirmiş gibiydi adeta. Göz göze geldiği aletinin ufak olduğunu fark edince, taramayı kesti.

        Banyodan çıktı. Şortunu giydi. Bornozunu üzerine geçirerek yatak odasına doğru hareket etti ve geçen hafta, son anda öldürmekten vazgeçtiği kadının dudaklarını ısırdığı o ânı hayal etti. Kanama devam ediyordu hâlâ. Balkona çıktı. Beyaz bir havluyla kanı durdurmaya çalıştı. Başarılı olamadı ama. Masanın üstünde ağzına kadar dolu bir bardak süt vardı.İçinde fail-i meçhul bir cinayete kurban giden bir sineğin cesedi öylece duruyordu. Sineği fark etmesine rağmen hiç umursamadı ve kafasına dikti sütü. Bardağı yaladı. O kadınla sevişir gibi. Kendi bedenine dokunur gibi. Sandalyeye oturdu. Midesinin bulandığını hissetti. Kusmak istedi, ama kusamıyordu.

        Bulantı, yerini bir sancıya terk etti. Karnını yumrukluyordu durmadan. Ne olduğunu o da anlamıyordu. Ne yaptıysa dindiremedi karnının acısını. Havluyla yüzüne bastırıyordu. Işıklar kesildi ansızın. Salonun içinde gezinen bir sivrisineğin vızıltısı, salondaki sessizliğin ahengini bozuyordu. Mutfağa geçti ve dayadı ağzını musluğa. Ağzındaki suyla gargara yapıyordu. Lavaboya püskürttü. Su bile dindirememişti ağrısını. Bağırmaya, daha da bağırmaya başladı. Neden bu kadar bağırdığının  bilincinde bile değildi. İçgüdüsel olarak gerçekleşiyordu her şey sanki. Pencereyi açtı, etrafa bakındı. Kahvenin karşısındaki eve iki kişinin girdiğini gördü. Gecenin bir saatinde oraya neden girdiklerini anlama çalıştı. Nihayet mide bulantısı geçmişti artık. Elektrikler kaldığı yerden devam etti aydınlatmaya. Her şey normalleşiyor gibiydi. Buzdolabının kapısını açtı. Baktı.Kapadı. Sinirleri yatıştı, derken elektrikler kesildi yine.  Utanma duygusuna kapılmadan bütün bildiği küfürleri ağzından salıverdi. Bir mum yakmak istedi, ama ateş bulamıyordu. Oysa kibrit şortunun cebindeydi. Mumu yaktı. GÜLDÜ. Sonra hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Tanrı’yı düşündü ve daha bir çok şeyi. Şey’lerin anlam kazandığı bir andı. Toparlamaya çalıştı kendini. En son olarak da Tanrıya, yani kendine sövdü.

       Kapı çalındı. Fakat hiç önemsemedi.Yerinden kalkmadı bile. Susmasını bekledi. Yanağından halının üzerine dökülen kan pıhtıcıkları etrafa dağılıyordu. Kollarına baktı. O kadının tırnak izlerini gördü. Gülümsemedi bu sefer. Kapı sustu. Mumu eline aldı ve terasa doğru yürüdü.  Onlarca fotoğrafların içinde o kadının fotoğrafını aramaya başladı. Ama bir türlü bulamıyordu. Sinirlenmeye, iyice sıkılmaya başladı. Aramaktan vazgeçti. Camdaki yansımasına takıldı gözleri. Kendine uzun uzun baktı. Mumu işaret parmağıyla tek celsede söndürdü. Kaybetti gölgesini. Camı açtı ve…İş o an elektrikler kesildi.

 ‘’Abi artık gidelim çok geç oldu.’’, dedi tarihi geçmiş gazeteleri masaya bırakarak.
‘’Dur biraz daha bekleyelim, belki gelir elektrikler; merak ettim sonunu.’’
‘’Ama çok geç kaldım. Ayrıca bu saate kadar film izlemek de neymiş.’’
‘’Az önce izlerken öyle demiyordun ama.’’
‘’Kusura bakma ama, ben gidiyorum abi.’’
 ‘’Tamam,tamam; ama az müsaade et de şu  bardakları yıkayayım.’’
‘’Bırak abi, yarın ben hallederim. Gazeteleri dağıtmaya çıkmadan önce gelip yıkarım.’’
‘’Az bekle işte,etrafı toparlayıp çıkacağız.’’
‘’Acele et abi çok uykum var, inan çok yorgunum…’’
‘’O değil de adam ne yapacaktı acaba…Ulan tam kesecek zamanı buldular ha!..’’

     Genç gazeteci cevap vermedi... Eve girdiler. Evinin elektrikleri de kesikti. Genç gazeteci üstünü değiştirdi. Mutfaktan bir mum getirdi, hemen yaktı. Oturdu. Masanın üstündeki su bardağını fark etti. Şaşırdı. Gülümsedi. Pencereyi açtı. Dışarıya baktı. Kaldırımda bir sokak kedisi ve elinde bir bira şişesiyle yampiri yampiri yürüyen bir adam vardı sadece. Bir süre sonra dışarıdaki manzara onu kesmemiş olacak ki camı kapadı. Oturdu yine. Mumu sağ eline aldı ve ters çevirdi. Sol avucunu açtı. Mum sabırsız bir şekilde eriyordu. Adam tuvaletten çıktı. Baktı önce, fakat ses etmedi. Zaten onun çıktığını da fark etmemişti genç gazeteci. Avucunu kapadı ve sıkmaya başladı. Mumu bıraktı masaya ve öylece uzanmaya başladı. 
Kapı çalındı…


Çay kazanını da doldurduktan sonra,‘’Artık şimdi gidebiliriz…Hey sana diyorum’’dedi adam…Genç gazeteci uyandı… 



aralık 2013