30 Ekim 2015 Cuma

Son Elma





Toprağından koparılmış cansız bir kök parçası gibi hissediyordum kendimi. Oysa masum kalabilmek, şımarılmış bir teferruattan başka hiçbir şey değildi benim için. Biliyordum. Kendimden büyük laflar ediyordum; ama haklıydım gene de. Herkesten daha fazla hem de. Buna rağmen bu düşünce zıplayışları huysuzlaştırıyordu bedenimi. Birden bağırmak istedim; bunun beni  hafifletebileceğini düşündüm çünkü. Yapamadım. Durdum ve anlamaya çalıştım iç çalkantılarımı. Büyükbabamın duvardaki fotoğrafına ilişti gözlerim birden. ‘’Senin bu hallerini hiç tasvip etmiyorum küçükhanım’’ der gibi süzüyordu beni. Bir labirentin karmaşık koridorlarında gezinen çirkin bir fareden hiçbir farkım olmadığını hissettim o an. Hangi tarafa yöneldiysem kendimi bir çıkmaza giriyor gibi hissediyordum. Sonra korkularımın alışık olmadığı bir ses her şeyi ter yüz etti. Korkudan rûhuma sığınan küçük adımlarla sese doğru yürümeye başladım. Büyükbabamın odasının kapısı açıktı. Bir yandan soğuk bir rüzgâr vuruyordu suratıma. Titriyordum. Korkum depreşiyordu her adımdan sonra. İlerlemeye devam ettim. Daha önce yitirdiğim korkularımla yüzleşmişçesine, ’’BÜYÜKBABA!.. BÜYÜKBABA!..’’diye avazım çıktığı kadar seslendim. Ancak hiç yanıt vermiyordu. Sebebini de sorgulamaya vaktim yoktu. Odanın kapısından bakacaktım ki, ’’Yezda!.. Hadi uyan çabuk, öğlen oldu’’ diyen annemin alelâde sesiyle uyandım. Fakat bu defa büyükbabamın yensimiş bakışlarına çarptı gözlerim. Rüya ve hakikat arasında volta atıyordum sanki. Etkisindeyim hâlâ gördüğüm rüyanın. Saçmaladığımı düşündüm.

Bekledim.
              Düşündüm.

Ve biraz daha zorladım bilinçaltımdaki kırıntıları. Bu anlaşılmaz halimi bir türlü anlayamıyordum. Benliğime yabancı hissettiğim duygular içinde kıvranıyordum. İyice saçmaladığımdan emindim artık. Sonra büyükbabamın ölmeden bir saat önce odasına girdiğim o ânı hatırlamaya çalıştım. Sürekli bir şeyleri hatırlama çabasındaydım. Toparlamaya çalıştım kendimi; ama başaramadım. Annem evden ayrıldı. Babamla ikimiz kaldık evde. Üst katta, uzun koridorunun sonunda, hafif loş ışıklı odada antikacıdan aldığı yeni kol saatini tamir etmekle meşguldü babam. Odanın kapısını tıklama gereği duymadan hemen daldım içeri ve başladım asıl derdimi anlatmaya: ’’Ben, elma yemek istiyorum’’, dedim. Babam yüzüme bakma ihtiyacı bile duymadan, ’’Bana niye söylüyorsun bunu kızım, gidip yesene’’ diyerek hiç beklemediğim bir cevabı yüzüme fırlattı.’’ Ama ben, ağaçtaki o elmayı istiyorum, dedim. Bu meselede ne kadar arzulu olduğumu belirterek devam ettim sözlerime: ’’Tıpkı büyükbabamın eskiden ağaçtan kopardığı gibi’’. Elindeki saatin nefes alıp verişini odaya gerilimli bir hava katıyordu-tik tak.tik tak.tik.tak-. Babam,  saati hayatta tutma çabasında olduğundan sözlerimi hiç umursamadığını fark ettim. ‘’Madem öyle o zaman annenin gelmesini bekle ‘’diyerek başından savmaya çalışıyordu. ‘’Hayır, ben koparmak istiyorum elmayı’’ dedim. Bilinçsizce sergilediğim oyunculuğumun  doruğuna çıkmaya çalışıyordum. Başarılı bir epizota imza atmak üzereydik ikimiz de.’’Peki peki, hadi git’’ diye hiç beklemediğim bir  yanıt daha aldım. Oysa pes etmek üzerydim. Ne yaptığının farkında değildi belli ki babam. Evet evet öyle olmalıydı. Hiç vakit kaybetmeden dışarı fırladım. Tahta merdivenleri hızlıca çıkarak evinin avlusunda benden işaret bekleyen Cumali’ye ‘’ bize gelmesini söyledim. Yüzümdeki tebessümü düşürmeden aşağıya indim. Cumali’nin bu saatlerde dışarıda bulunması hiç doğru değildi. Yasaktı. Babası öyle uygun görüyordu çünkü. Artık ağaca tırmanmak için ikimiz de sabırsızlanıyorduk. Tam o esnada, annem geldi. Ne diyeceğimi bilemedim. Uzun uzun bakıştık.’’Sakın bir delilik yapayım deme Yezda, sakın’’ diye ihtar ettikten sonra içeri girdi. Bu sefer kabaran şanssızlığımı dışa vurmamak için zor tutuyordum kendimi. Şaşkındım. Kaç haftadır bu ânı bekliyordum. Ne yapıp edip muhakkak çıkmalıydım ağaca. O elmayı yemeliydim. Başka çaresi yoktu. İç sözlerim beni ürkütüyordu. Fakat aklım hâlâ babamdaydı. Nasıl oldu da, müsaade etti: Yasaktı. Haramdı. Belki de önemsememeliydim bu kadar. Neticeye bu kadar yoğunlaşmamın hiçbir faydası dokunmayacaktı belki de. Suratıma avanak bir kurbağa gibi öylece bakan Cumali’ye, ‘’Hadi yardım et de, ağaca tırmanayım’’, diyerek sevincimi örseledim.

‘’Ama Annen…’’
‘’Bırak şimdi annemi.’’.

Ağaca tırmanıp, o elmayı benim ısırmam gerektiğini söyledim. Sadece bir elma kalmıştı koca ağaçta çünkü. Benim hakkımdı. Fakat bir türlü almayı beceremiyordum. Sağlam bir şekilde durabileceğim bir dala çıktım. Cumali’nin tırmanıp elmayı koparmasını söyledim. Ama elmayı ısıran ilk ben olacaktım. Anlaşmamız böyleydi. Elma artık avuçlarındaydı...KOPARDI. Ve nihayet O elma elimdeydi artık. Dişlerimin arasına alarak, masaldaki cadıyı bile kıskandıracak kocaman bir ısırık attım. Bu sefer de Cumali’yle bakıştık. Yaptığı davranışın yanlış olduğunu ama yine de korkunun ecele hiçbir faydası olmadığını hissettiren bir ses tonuyla ‘’Şimdi n’olacak’’dedi

‘’Sustum.’’

Hava kararmaya başlamıştı. Cumali’nin gitmesi gerekirdi artık. Babası gelip onu evde görmemesi hiç iyi olmayacaktı yoksa.’’Hadi o zaman ben kaçıyorum küçük hanım’’diyerek ayrıldı Cumali. Bense azılı dişlerimle elmayı kemiriyordum…Birden iki el silah sesi duydum. Babam koşarak yanıma geldi ve sarıldı bana. Annemden hâlâ ses çıkmamıştı.’’ Annen nerede Yezda?’’, diye benim de annemi merak etmeme sebep olacak bir soru sordu babam. Halbuki annem içerideydi. Yani orada olmalıydı.

Dışarı çıktık.

Neden toplandığını anlamadığımız bir kalabalık vardı. Hiçbir anlam veremedik önce. Ürkek adımlarla yanlarına yaklaşmaya çalıştık. İçimdeki korku hâlâ büyüme telaşındaydı. Kalabalığı elleriyle hemen yardı babam. Ben biraz geride olanları seyrediyordum…Gördüklerim beni derinden yaralamıştı. Sokağın ortasında birkaç dakika önce yasağı çiğnediğimiz Cumali’nin cansız bedeni öylece yatıyordu. Gözleri açık kalmıştı ve bana bakıyordu sanki. Elma ağır geliyordu elime sanki. Ve  düşüverdi. Cumali’nin bedeninden akan kana doğru yuvarlanmaya başladı. Açık kalan sağ elinin parmaklarının orada durdu. Babam onun gözlerini kapadı.







Hece Dergisi, Sayı 64


3 Ekim 2015 Cumartesi

kâlu belâ


'’ben kalû belâdan kalma uysal fıtratımla
ayaklarımı fasit daire içine sokmaya çalışan bir dilenciyim''

''ق




sırtını deştiğim kelimeler
şıp çıkıverdi  ağzımdan
fıtratım  buna müsait
uysallığım seni hayrete düşürmesin
sükûtla halleşemeyecek kadar bezginim
başka meseleler hurra
vicdan desen hangi vicdan
dilimde tüyler bitiyor
bir şeyler uğulduyor damarlarımda
ama hangi damar kulak kesil
bir sırrı varsa bu dairenin deyiver hele
neden bitmiyor bu uğultu
çirkinliğimi hor görme
yalnızca öp
ismini anmayı nasıl cüret edebiliyor ağzım
onu  izah et 
sana bağlılığın  kaç bucak olduğunu göster bana


teğet geçelim bu sözleri
boşuna bağırma
ötekinin diliyle çağırma
m ama ma
adımdan başka tüm huylarım köreldi
sakın  kahrolduğumu sanma
takva gücümü akupunkturlarına yeğ tutmam kaz kafalıların
ne münâsebet
sûretine aldanıp nazar etmek şirk
se
kapat gözlerimi
ve de sor
hangi aşkın mücahidisin
bilmek istiyorum kahhar cüssemle
kaf kaf kaf

gülme
gözümü örtme
çabuk kaçır tırnaklarımı
kıblem değişmez
zira bahane ediyor köpek havlamalarını
kudurmuş melezler 
devşirme kadınlar
mezhebimce  sokulmak haram
fakat karganın gaklamasını hayra yoramam
şükür ki sıhhatim yerinde
fi mazimi anarak kırıklarımı toplama
her daim 
bağdaş kurarak tanrıya el açan benim
beni bağışla
beni bağışla 
bağla
ey aşk
hadi müsaade eyle
fırsat ver anayım çocuk deyişini sevgilimin

ölümden men etsin rûhumu






  eylül 2015