30 Haziran 2014 Pazartesi
16 Haziran 2014 Pazartesi
Yoldaki Sokak
Sokaklar her zamanki gibi çamurlu, çöpler kedilere
meze ve arabalar son derece fiyakalıydı. Çocuklar ve erkeklerse Allah’a emanet…Düşünecek
daha başka şeyler olmalı bunların dışında. Mesela bazı çocuklar neden büyüdükçe
erkekleşir? Sanırım büyüdükçe yabancılaşıyorlardı kendilerine. Erkek olmak
biraz da yabanileşmekti özüne. Öyle bir şeydi işte. Karışık ama anlaşılabilir.
Peki ya kadınlar, yani ben ne zaman yabancılaştım kendime? Kaç yıl çocuk kalabildim, hiçbir şey
hatırlamıyorum. Beynimde o günlere dair hiçbir iz yok. Babamın annemi aldattığı
o gün hariç. Çocuklar susmazdı, ama ben sustum o gece. Susturuldum belki de.
Aslında babam geceleri geç uyuduğumu bilseydi, aldatmazdı annemi. Annem benim
yüzümden aldatıldı. Sonra. Çok daha sonra babam terk etti annemi ve beni. Ben
annemi terk edecek kadar cesur değildim. Yıllar geçti. Yıllarla birlikte bütün
tandık çocuklar büyüdü.
Yıllar geçince ben de büyüğümü anladım. Bana
büyüdüğümü hatırlatan biraz da annemdi. Artık çocuk değilsin, kendine çeki
düzen verdi derdi hep. Büyümüştüm. Her şeye rağmen annem, babanı sev diyordu. Ben de sevilmedim
hiç. Ama kimse onu sevin demedi. Hiç sevgilim olmadı babamdan başka. Babamı
aldatmadım belki ama, denedim. Başaramadım. Başarısızlık hiç yabancı değildi
bünyeme. Alışkındım. Öyle işte, sev diyordu babanı. Sebepsiz.
‘’Anne, neden
seni aldattı babam!?’’
Annem sustu önce. Sonra lafı geveledi. Biraz daha
sonra sustuk ikimiz de; çünkü ikimiz de haklı olduğumuzu biliyorduk. Annem
uzunca susmayı beceremezdi. Kız çocukları babalarını kıskanmamalı, derdi. Oysa
ben hiç kıskanmadım. Sadece nefret ediyordum. Acaba bir gün anlatsam bu
saçmalıkları, ya da yazsam ve herkes okusa bunları. Sonra babama ithaftır diye yazsam
yazdıklarımı. İnanırlar mı? Hayır, inanmazlar.
Daha önce de yazdım çünkü. İnanmadılar. Bana hiç inanmazlardı zaten. Bedbaht
olmak benim kaderim olmamalıydı. Her neyse. Sırası değil bunların. Oradaki erkekler
bana bakıyor olmalıydılar? Orospuya
bakmak suç değil ya, baksınlar. Saklayacak değilim, orospuyum. Ben katıksız bir
orospuydum. Bakışıyoruz. Farklıyız birbirimizden. Organlarımız bile. Bakmak
tatmin etmiyor, gülümsüyorum. O da yetmiyor, göğüs çatalımın perdelerini indiriyorum.
Bütün dikkatleri üzerime çekmeyi başarıyorum. Acaba nasıl düşlüyorlar beni
şimdi. Keşke akıllarından geçenleri okuyabilseydim. Düşünmek ayıp değil, hele
günah hiç değil. Bizim için ama. O halde neden daha sapıkça düşünmediğimi
anlamış değilim.
Hepimiz bir yatağa uzanmış sevişiyoruz. Ellerim
bağlı. Gözlerim kapalı. Dışarıda çocuk sesleri. Babalarının elini tutan kız
çocukları ağlıyor. Bağırışlarım odayı kalabalıklaştırıyor. Ne yazık ki hiçbir
şey içimi ferahlatmıyor. Ucuz numaralardı bunlar çünkü. Belki başka bir zaman. Sanırım
erkeklerin halinden anlamalı bir kadın. Ne bileyim işte, onların ne istediklerini
bilmeli. Bizler onlar için yaratıldık. Yürüyorum. Düşünüyorum. Galiba biraz da
titriyorum. Erotik laflarını esirgemiyorlar. Centilmen erkeklerden eser yok…
Yazık. Duyabiliyorum. Bu kulaklar daha önce neler duymadı ki. Olsun diyorum.
Sen kaşındın. Hem erkek bu, kadın kışkırtırsa, yapacak bir şey yok. Teslimiyet takvadadır.
Daha fazlasını beklemesinler, benden bu kadar diye içimden geçirdiğim kelimeler
duygularımı kontrol ediyorlar. Birkaç adım ötedeki duvarın yanında durarak gözlüğümü
takıyorum. Durakta otobüs bekleyen bir yabancı gibi. Hem böyle yaparak daha
havalı ve daha şuh duruyorum. Öyle olduğumu düşünüyorum. Başka erkekler bakıyor
sonra. Parmaklarımın arasına aldığım bir dal sigarayı bırakıyorum kırmızı rujla
beslediğim dudaklarımın arasına. O esnada bir erkeğin bana doğru yürüğünü fark
ettim. Bekliyorum. Kendisinde çakmak olduğunu ve arzu edersem sigaramı
yakabileceğini söyledi. Hemen cevap vermek istemiyorum. Fırsatını bulmuşken
tadını çıkarmak istiyorum bu anın. Karşımda cevap bekleyen bir adam ve onun
bekleyişinden haz alan ben. Gözleriyle dilini mi yuttun, konuşsana der gibi
bakıyordu. Ben sigara kullanmıyorum. Sadece alışkanlık diyerek hemen cevabı
yapıştırıyorum. Şimdi cevap bekleme
sırası bana geliyor. Peki o halde ben de gidiyorum, deyince dur, biraz daha kal
yanımda diyorum. Hiç itiraz etmeden, peki beklerim, ama bir şartla... Şartını
soruyorum. Beni öpmek istediğini söylüyor. Böyle bir durumda, başka bir şey
yapmam gerekirken, susuyorum. Tek yapmam gereken buymuş gibi. Sustuğuma göre,
kabul edilmiş sayılıyor olmalıydım. Beni öpüyor. Dudaklarıma bir erkeğin
dudakları ilk defa değmiyor, ama ilk defa bu kadar utandığımı anladım. İkimiz
de yabancıydık. Bunu söylemek kolay olmasa da rahatlatıyor o dudak birleşmesi.
Ayrıldık ve gitti. Hiçbir şey demedim. O da demedi. Köşe başındaki erkekler
kızgın gözlerle bakıyorlardı. Nasıl olduysa tartışan iki erkek çıkıyor
kasaptan. Ağır küfürler dağılıyor etrafa. Yeşil gömlekli adamın elinde siyah saplı
bir bıçak var. Tetikte bekleyen kediler içeriye giriyor usulca. Kediler
ciğerlerin arasında dalıyor. Başka bir seçenek gelmiyor aklıma. Kedilere
dalıyorum. Kavga edip etmemeye bir türlü karar veremeyen o iki erkeğe
çeviriyorum gözlerimi. Beklediğim yerdeyim hâlâ. Ayrılıyorlar bir süre sonra.
Yeşil gömlekli olan tekrar kasaba giriyor. Yüzünde kan görüyorum. Kasap bu
olmalı diyorum. Öteki devam ediyor yoluna. Kedilerin çıkmasını bekliyorum.
Belki de kaçamadılar, yakalandılar kasaba. Aklıma başka şeyler geliyor. Bu
sefer daha pesimist şeyler düşünüyorum. Olabilir mi diyorum kendi kendime. Ciğerleri
murdar eden kedilere ne yapılacağını en çok kasaplar bilir. Acılı bir miyavlama
sesi geliyor içeriden. Gözlerim kapıda. Yok. İçeride hapis kalmış olmalılar.
Belki de hıncını onlardan çıkardı kasap. İçeriye bir kadın giriyor. Kasabın
metresi olmalı. Bu söz bir filmi hatırlatıyor. O filmin sahnelerinde kedi
yoktu. Kadın kasaptan kırmızı et istiyor. Kasap ilk görüşte vuruluyor kadına.
Kadının yalnızlığı derin. Filmin sonunu getirmiyorum. Sıkılıyorum. Sebebi yok. Boş
veriyorum kadını. İki kedi daha eksildi sokaktan. Gözlüklerimi çantama
koyuyorum. Etrafta kimseler yoktu. Köşedekiler de gitmişti. Derken kasap,
boğazlarına ip geçirilmiş iki kediyi dükkanın önündeki ağaca bağlıyor.
Gerginliğim biraz düşüyor. Korku filmlerinde alışkın olduğum sahneleri
düşünmekten vazgeçiyorum. Mevsim sonbahar. Deniz dalgalı. Güzel şeyler bunlar,
diyecekken kandırma kendini sıradan bir gün ve sıradan insanların yaşam telaşı,
demek zorunda kalıyorum. Kendime başka bir yer aramak için ayrılıyorum oradan.
Biraz önceki havamdan eser yok. Dudaklarımdaki ruju siliyorum. Sonra. Başka
günahlara dalıyorum.
Harun AKTAŞ
Mart 2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)