5 Mart 2013 Salı

Şiir Terbiyecileri


“Kız benim şiirimi beğenirse, şiirden anlıyor demektir. Senin şiirini beğenirse, şiirden anlamıyordur. Şiirden anlamayan kızla benim işim olmaz, varsın senin olsun.”


 Nihayet Yılmaz Erdoğan’ın ‘’Kelebeğin Rüyâsı’’ adlı filmi beyaz perdede gösterime girdi. Bu filmle şiir kitaplarında büyük bir artış yaşanmakla birlikte şiire biraz daha saygı duyulacak insanlar tarafından. Bir film, tek başına böyle zorlu bir vazifeyi nasıl üstlenecek, diye aklınızı bir soru işgal edebilir; ama emin olun hiçbir şey eskisi gibi olmayacak şiire dair. Peki, nedir tam olarak önemli kılan bu filmi,diye soracak olursanız da naçizane gidip izlemenizi önerebilirim ancak.Şiirin kelimelerle nasıl terbiye edildiğini gözlerinizle göreceksiniz.

Şairler.Şairler…

 II.Dünya Savaşı döneminde Zonguldaklı şairler olarak tanınan ve daha genç yaşta olmalarına rağmen ince hastalığa yakalanarak hayata veda eden( aslında çoğumuz isimlerini bu filmle duyacağız) Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatlarını konu alıyor.Aslında sadece bununla da kalmıyor yönetmen,dönemin Zonguldak’ını ve Türkiye’nin üzerindeki siyasi bulanıklığı da çok iyi analiz ederek perdeye yansıtıyor. Bu açıdan da büyük bir önem arz ediyor.Hem şiir hem de Türkiye için.Tabii bütün bunlar bahanesi filmin. Bazı filmleri izledikten sonra, tartışırken şiirsel bir tadı vardı deriz hani.Bu sözü kullanırken bile o an sevinç duyarız; çünkü şiirsel diyerek aslında kutsal bir anlam yüklemeye çalışırız,ya da öyle sandığımız için sığınırız bu kelimeye,bilemiyorum.Fakat ‘’Kelebeğin Rüyâsı’’ için hiçbir bir benzetmeye ihtiyaç duymaksızın,doğrudan şiir-film(nasıl tabirse artık) diyebiliriz.Diğer bir deyişle, şiirin başrol oynadığı bir film.

Bunun yanında, filmin yönetmeninin bir şair olması da cabası. Zaten yıllar önce ‘’heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok’’ diyerek yüreğimize dokunan bu şaire de böyle bir film yakışırdı doğrusu.Ama böyle bir şeyi bekliyor muydun diye soracak olursanız da,filmden ödünç aldığım bir sözle cevap vermek isterim: ‘’Bence bir hocaya cevabını bilmediği bir soru sormak kabalıktır’’. Filmin bir sahnesinde yine şöyle bir söz geçer: ‘’İyi şiirler sahipsizdir’’. Bu söz uğruna sigaraya bile başlanır. Yumruğumu sıkıp duvara vurmak ya da.Karar vermek çok güç. Susmak veya hatırlamak.Sözün bittiği yer. ’’senin gülmek için bir sebebe ihtiyacın yok ki,sen çok güzelsin’’ sözüne ne demeli? Aslında bu alıntıları paylaşmaktaki niyetim, filmin dilinin ne kadar edebi olduğu içindir. Ve o kadar rahat çıkıyordu ki kelimeler ağızlarından, inanın hiç bayağı durmuyor.Bazı sahnelerde ise Yılmaz Erdoğan’ın nevi şahsına münhasır esprileri de hemen ele veriyor kendini.

Dolayısıyla seyirciye zaman zaman nefes aldırdığına da şahit oluyoruz.Demek istediğim hiç ajite etmeden anlatıyor şairlerin hayatını.Belki de bu kadar samimi gelmesinin sebeplerinden bir tanesi de o gerçekliği sulandırmamış olmasıdır; çünkü sahtekârlık yapabilme şansı o kadar yüksekti ki ve bunu istemediği o kadar netti ki… Özellikle, Muzaffer Tayyip Uslu rolünü üstlenen Kıvanç Tatlıtuğ’un muhteşem oyunculuğu dikkatten kaçmıyor. Daha çok televizyondaki performansıyla beğeni alan Tatlıtuğ,bu filmden sonra da uzun bir süre gündemdeki yerini alacaktır.İzlerken büyük keyif alacağınızdan da hiç şüpheniz olmasın(tırnak yeme ve iki de bir elini saçlarına götürme anlarına dikkat).

Tabiî, Rüştü Ozan’ı oynayan Mert Fırat’ı da unutmamak gerekir.Karakterlerinin ruhlarını giyinmişlerdi sanki. O an o döneme gidip hayır siz ölmemeliydiniz;çünkü bu adalet değil, diye haykırmak geliyor içinizden.Ama maalesef yapamıyorsunuz,hakikat bir şamar gibi perdeden fırlayarak yüzünüzde patlıyor. Ve şiirin bahanesi dediğimiz o Aşk’ı unutursak eğer, büyük bir haksızlık yapmış olacağız kesinlikle. Aşk dediğimiz elbette ki Suzan rolüyle karşımıza çıkan Belçim Erdoğan’dır. Ne yazık ki herkes o kadar iyi oyunculuk sergilemiş ki, Aşk(Suzan) karakteri ister istemez sönük kalıyor.Buna rağmen bir süre sonra onu bile görmezden geliyorsunuz,çünkü Farah Zeynep Abdullah’ın göz dolduracak derecedeki performansı imdada yetişiyor.Hani, şapka çıkartılır türünden. Yazgısı da iki genç şairimizle aynı oluyor.

Yazgı.Yazgı!..

Ve yaptığı müzikle ruhumuzun bunamış saçlarını okşayan Rahman Altın’ı ve daha filmin girişinde seyirciyi hayran bırakan ve onun ismini daha çok Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz Görüntü Yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin hakkını vermeden yazıya son vermek olmazdı. Son olarak; Behçet Necatigil: Böyle bir hocanın öğrencileri şair olmayıp da ne yapacaktı!



 Not: Filmi izlemeye giderken,yanınıza alacağınız iki şey: kalem ve kâğıt!..






Harun Aktaş
 Şubat 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mağara