31 Temmuz 2014 Perşembe

‘’Im Nin alu’’




Farkındayım. Deneysel cümleler kurarak içinde bulunduğum durumu sizlere inandırmaya çalışamam. Hele ki bu kadar duyarsızken kendi ruhsal beklentilerime. Tabii sandığımdan çözülmesi zor bir çemberin içindeyim. Öyle ki ne kadar anlatsam, ne kadar ben buradayım desem de pek bir ifade etmeyecek gibi görünüyor manasızlığım. Cennet çok uzaklarda  şuan ellerime. Sırf bu yüzden ortalıklardaki görünürlüğümün kime zararı olduğunu bilmek isterdim. En azından böyle düşünmeye ikna etmeliyim kendimi bir süreliğine. Fakat durum henüz o kadar trajikomik değil, yani asıl amacım kendimi sizlerin önüne sermek gibi bir gayeden yoksunum. Ölüyor çocuklar, yine öldürüyor ötekiler dediğimiz o diğerleri.  Ah meso demek istiyorum sadece. Ah meso, ah!.. 

Zolotisky gibi sinirlerim sıkışıyor bazen. Salyalarım toprağı deliyor. Aldatıldığımı düşünmek suç olmamalı. Tek başına bir anlamı olmalı bu saçmalığın ve  hatta teşbihte hatalar aranmalı, sorular sorulmalı: Neden Zolotisky? Neden cennetten bu kadar uzaktayım? Psikolojik açıklaması bu mu umurumda olduğunu hiç sanmıyorum, inanın bilmiyorum. Bilinçaltımın ihanetine maruz kalan ben değilmişim gibi davranmaktan bıktım. Sonra o sonralar hep gelir kapıma dayanır. Bir Yusuf Masalı, yani tanrısal şiirler. Tam burada dağılıyor fikirlerim işte. Ruhumsa berbat bir görüntü çiziyor. Dönüşümünden tiksinmek bu kadar kolay mıydı araf’teyken? Haddini aşmış berbat bir kafa bulanıklığı yaşıyorum. Harflerim, kelimelerim ve cümlelerim neye karşılık geldiğini kestiremeyecek kadar muallaktayım? Dedim ya düşünüp düşünüp aklımı kurcalıyor o şiirler. Hep böyle oluyor. Hep böyle zamanlarda tersine dönüyor damarlarıma hayat veren su damlacıkları. Kıblesizim. Karşısına dikilsem evet sizler, sizlersiniz beni bu hâle sokan ey Tanrının seçilmiş kulları? Ama bunu demek erdem değil. Saklamaktır. İliklerime kadar korkuyla dolmuş vaziyette içim. Tanrıya neden sadık değilim.  Hayır çılgınlık değil bu. Bir başka günahın teşhiridir. Odamın penceresi açık. Pencerem hep açık. Havarilerin Hz. İsa’nın gelişini bekledikleri gibi hep O’nu bekliyorum. Kimdi o? Neden gelmiyor? Pencereler kapanmasın. Pencereler. Kapatma pencereyi. Kuşlar. Kuşlar konuyor damlara. Kuşlar düşüyor damlardan. Kendi ayakları üzerinde duran insanlara imrenmeli miyim? Güzel. Her şey güzel görünüyor ruhumuzla bakınca.  Ama ölüm. Değişen hiçbir şey yok. Çocukların gözleri ıslak bakıyor bu akşam da. Dua etmenin diğer adı neydi? İsrailoğulları’na nefretle ne zaman baktım? İnsan. İnsan. Ne vakit kutsal kılındı kanları. Yanıbaşımdasın ey sevgili!.. 

Lâkin avâzım çıkmıyor. Senin kadar vahşi bakamıyorum ölüme. Neden hep sen? Bunun cevabını bilen kim kaldı bu hayatta? Hz. Davut’un dibinde ağladığı duvar neden artık sızlatmıyor yaramı. Ağlamak size yakışmıyor? Resmi cerbezeler  çocukların çığlığını dindirmeye yetecek kadar samimi gelmiyor. Kınamak yetmiyor. Çünkü birilerini kınayınca  bombalar yönünü değiştirmiyor. Savaşlara yabancı mı dilim? Bir işaret gelemeyecek. Bir peygamber bir başka kavmi kurtarmaya gelmeyecek bir daha artık. Son ayet çoktan indirildi. Ne yazık ki söylemeden de yüzüm ele veriyor kendi meymenetsizliğini. Diyorum ya her daim açık kalmalı. Kapanmamalı.  Bunca kelimeyi sarf edişimin sebebi ne, ne kadar beyaz vicdanım? Tanrı şimdi o çocukların ölülerini de görüyor. Hepimiz biliyoruz bunu. Bir bildiği olmalı diyorum. Gerçekten bir bildiği var ki, sessiz kalıyor şimdilik. Bunu söylediğim için kaç günah bırakıldı heybeme, ne kadar küfre girdim? Müslümanlığım ne kadar yara aldı? İnan ve sorgula diyorum dilime. Ama dilenme. Uzadıkça uzuyor cümlelerimin ardına saklanan hayâsızlık. Kavuşmaya ramak kalıyor yeni günahlara. Günahlar kimin umurundaki. Biri sesleniyor sanki karşı mağaradan. Kaynanaya sövülen damatların bağırsak ağrısıyla inliyor odamın ışıkları. Gürültü: Sesler çok şeydir. Mucizeler. Bedenleri gölgelerinin ardında, ama sesleri…Sonra… Gitme!. Kal. Sövsen de benimsin, dövsen de. Şaşmamak mümkün mü buna? Her şey mümkün. Kasabalar, köyler ve varoşlar. Oralarda büyüdük. Ama artık kentliyiz. Oysa ruhumuz taşralı. Taşra kabadayısıyız. Tanrı bu yüzden kentte. Ruhum bu yüzden azapta. Bu sözleri neden ikrar ettiğimi bilseydim, anlatmazdım bunları. Sadece susardım. Susmanın bir başka adı var mıydı? Ölüler neden susardı mesela? Konuşan ölülerden neden bu kadar korkulur? Hadisene bana inandır suskunluğunu. Kalbimde nabzını yitiren mahremimin menfaatini anlat bana. Artık konuşmak istiyorum. Dönüşmek istiyorum.





Fotoğraf: Rene Magritte

                    


19 Temmuz 2014 Cumartesi

Beyaz siyah




Gözlerime soğuk rüzgârlar çarpıyor
sarsılma bırak dökülsün günahlarım üzerimden
sonra tersten oku adımın harflerini
soluğu yara bandıyla sarılmış bir yabancı gibi
ama sakın sus deme ellerime
bir tel kopar saçlarından
ve as kirpiklerinin sulak kenarına
ben ordayım
ayaklarının dibinde


oysa uzadıkça saatler
her tekmenin ardından biraz daha azaldım
itirafım derindir çünkü
sanma ki özledikçe çopurlaşır merhametim
âşıksam bunu hakkıyla yaptığım içindir
bu yüzden sözlerimdeki utangaçlığa aldanma
bir sebebim var
bir kalbim var damarlarımı mıncıklayan geceleri
söz geçiremem duruşuma


bilirsin taşınmak güçtür bir başka kentin bir başka resmi meydanına
üzerinde düşün ama söyleme
her söz daha çılgınlaştırır kaderimi
biraz duralım ikimiz de
şöyle bir dokunalım aynanın kesilmiş tellerine
keskinse dilime sür kanımın rengini
hakkıyla almak istiyorum içime
fakat damar kesildi diyerek boşuna yorma gülüşünü
ben arasındayım iki dudağının
hadi anlat
artık büyümek istiyorum





temmuz 2014