8 Aralık 2015 Salı

Bordo Elbiseli Bir Kadının Gece Dağınıklığı






saçlarının bulanık yanlarını araklayarak
yüzümü hırpalıyorum 
sular kalabalık ve kaba 
gözlerim alışık ve kaşlarım asık
ve de bil 
yürüdükçe  acayip bir gevşeme alıyor damarlarım
kahrımdan ölebilirim ama ölüm
boğazımdan fışkırmayı lanet sanıyor
sakın gölgeme bakıp aldandığımı sanma
sarhoş ağzınla beddua bağışlayan sensin ruhuna
eğil bağışlanmayı becer dilinin dikenlerini budayarak



velev ki şuursuz bir kaderim var kederden yana
bunu bildiğini ispatlayacak kadar şuursuz dilimin uç kısmı
kısırlaşan suların renksizliğine aldırış eden kim 
benim ben
gecenin tansiyonunu ölçerek kısmetimden arınıyorum
yüksek rakımlı ateşim
göz ardına meyilli bencilliğim
neyim varsa önüne serdim salyangozların
tuz ruhundan bu yüzden sakınıyorum peygamber torunlarını
cevabımın hadsizliği damarlarımın boyuna rastlaşmayacak kadar kibirli
çırpınışın beyhude 
aziz bir beden göster bana 
çirkinliğimi aldırabilecek annemin rahminden



gel gelelim senin  sırrın ucube
yalnızca ikimiz
sefiliz rıhtımında galata’nın
çoktan az 
azdan çok sinirliyim suya dolanan misine iplerine
raksla cebelleşiyor kulağıma aşina melodiler
bir şehir var iğfal edilmiş gözlerinde
ihanetime eşlik eden 
büyük lafsa aldır tırnaklarını 
ama irkilme 
karşımda kubbelerden fışkıran minareler
sıcak ışıkları duvara  dönüşüyor 
aramızda gevrek merdivenler
tahriş ederek yoruyor cildini kâğıtların
boğazına sardığın şalın eğriliğini hesaba katsam
köprüler hasedinden şaşı kalır
ve boynumu kalın sesimle dizginlemeyi bilebilseydim
ansızın gevelerdi  ağzım terbiyesiz
dünün rastlantılarını eşeleyerek biledim artık son
gençtim çünkü
 bilhassa çatlaklarını üç kere öperek ağzının
 hayasızca başına koymayı nimet sandım



kamburunu bir düzlüğe terk edene kadardı her kabahatim
apansız dönüştü balıkçıların azlığıyla köpükler
vaktiydi 
köşeye çeken o gölgenin 
kadehte balık ne gezer
yamuk çizgilerin sırrı dölüne eşdeğer 
arafta kalmak sebat etmekten daha şatafatlı evet
ama henüz niyetli değilim eyyamcılığa
varlığına düşkün  kibirli bir duruşum var 
sök sökebilirsen eteklerinden sebat edişimi



kasım 2015






2 Aralık 2015 Çarşamba

Bozacının filleri





İştihamı kabartmıyor çekiç sesleri
tenekelerin tıngırtısı
süpürgesi çöpçülerin ve pas pas
kaldırımda bozacı hapşırıyor topal
birkaç leblebi ağzımda çiğnenmiş
 made in çorum
fillerin dişleri gümüşten
altı mikroptan  çukur
çocuğun elinde yerli bıyıklı bir adam
adamın eli bir şeyler tutmaya müsait
bir kadın ve ya bir velet
paslaşmalar göz kamaştırıyor
çivi çiviyi söker  duvardan
ama duvar nemli
bozacı yaklaşıyor ve açıyor avuçlarını
Allah versin
Allah versin

Allah verdi belasını
sırtımı kaşıyorum şemsiye benim
amelenin boynunda tuhaf bir bez
terle karışık bir ıslaklık
balkanlar artık caka satmıyor bulutlara
nasıl da sıkıyor yumruğunu kömürcüler
geçti bunlar diyorum eskidendi nalbantçılık
bozacı sırıtıyor
dişleri neden bu kadar beyaz fillerin bozacı
dilime varmıyor sormak
sırıtınca gözleri önüne düşüyor
tren gitti gidecek  
kelimeler boğazımda sıkışsa n’olur
bir şairin ipi çekiliyor vagonda
şair piç
bozacı donsuz
tutarsam ele verilecek kolundan
bozacı cellat
tırnaklarım uzun alaşağı edebilirim

bir yolu var elbet cesethaneye ulaşmanın
aramızda metinsel yolculuklar
mesafelerin kenar uzunlukları törpüleniyor
görücüye çıkarsam babamın burnu uzar
memeleri görünür annemin
itiraf edersem camlar buğulanır
kapılar kırılır nemli yerlerinden
pencereye uğramaz cadılar bir daha
elmada yarım ısırık izi
dişlerin arası milenyum
geç artık
şirk koşmak derler buna bozacı
gevrek yöresel bir ağız kandıramazsın filleri

gücümü sınamak kimin haddine
yaklaşarak bileklerimi mühürledim yamacına
e düştü yerinden
a diye sormak neymiş
yalanlar ve mesafeler
limondan arınmış ıhlamur kurusu
kıskıvrak yakalanmışçasına büzülüyor ağzımda
yan yana gelişimizi tehdit etmek  neyin nesi
bir şeyler biliyorsun bozacı fakat ne
 o bir şeyler sahiciliğini
sahiden kimdi bunlar
ve





Ekim-kasım  2015