16 Haziran 2014 Pazartesi

Yoldaki Sokak





Sokaklar her zamanki gibi çamurlu, çöpler kedilere meze ve arabalar son derece fiyakalıydı. Çocuklar ve erkeklerse Allah’a emanet…Düşünecek daha başka şeyler olmalı bunların dışında. Mesela bazı çocuklar neden büyüdükçe erkekleşir? Sanırım büyüdükçe yabancılaşıyorlardı kendilerine. Erkek olmak biraz da yabanileşmekti özüne. Öyle bir şeydi işte. Karışık ama anlaşılabilir. Peki ya kadınlar, yani ben ne zaman yabancılaştım kendime?  Kaç yıl çocuk kalabildim, hiçbir şey hatırlamıyorum. Beynimde o günlere dair hiçbir iz yok. Babamın annemi aldattığı o gün hariç. Çocuklar susmazdı, ama ben sustum o gece. Susturuldum belki de. Aslında babam geceleri geç uyuduğumu bilseydi, aldatmazdı annemi. Annem benim yüzümden aldatıldı. Sonra. Çok daha sonra babam terk etti annemi ve beni. Ben annemi terk edecek kadar cesur değildim. Yıllar geçti. Yıllarla birlikte bütün tandık çocuklar büyüdü.
Yıllar geçince ben de büyüğümü anladım. Bana büyüdüğümü hatırlatan biraz da annemdi. Artık çocuk değilsin, kendine çeki düzen verdi derdi hep. Büyümüştüm. Her şeye rağmen  annem, babanı sev diyordu. Ben de sevilmedim hiç. Ama kimse onu sevin demedi. Hiç sevgilim olmadı babamdan başka. Babamı aldatmadım belki ama, denedim. Başaramadım. Başarısızlık hiç yabancı değildi bünyeme. Alışkındım. Öyle işte, sev diyordu babanı. Sebepsiz.

     ‘’Anne, neden seni aldattı babam!?’’

Annem sustu önce. Sonra lafı geveledi. Biraz daha sonra sustuk ikimiz de; çünkü ikimiz de haklı olduğumuzu biliyorduk. Annem uzunca susmayı beceremezdi. Kız çocukları babalarını kıskanmamalı, derdi. Oysa ben hiç kıskanmadım. Sadece nefret ediyordum. Acaba bir gün anlatsam bu saçmalıkları, ya da yazsam ve herkes okusa bunları. Sonra babama ithaftır diye yazsam yazdıklarımı. İnanırlar mı?  Hayır, inanmazlar. Daha önce de yazdım çünkü. İnanmadılar. Bana hiç inanmazlardı zaten. Bedbaht olmak benim kaderim olmamalıydı. Her neyse. Sırası değil bunların. Oradaki erkekler bana bakıyor olmalıydılar?  Orospuya bakmak suç değil ya, baksınlar. Saklayacak değilim, orospuyum. Ben katıksız bir orospuydum. Bakışıyoruz. Farklıyız birbirimizden. Organlarımız bile. Bakmak tatmin etmiyor, gülümsüyorum. O da yetmiyor, göğüs çatalımın perdelerini indiriyorum. Bütün dikkatleri üzerime çekmeyi başarıyorum. Acaba nasıl düşlüyorlar beni şimdi. Keşke akıllarından geçenleri okuyabilseydim. Düşünmek ayıp değil, hele günah hiç değil. Bizim için ama. O halde neden daha sapıkça düşünmediğimi anlamış değilim.

Hepimiz bir yatağa uzanmış sevişiyoruz. Ellerim bağlı. Gözlerim kapalı. Dışarıda çocuk sesleri. Babalarının elini tutan kız çocukları ağlıyor. Bağırışlarım odayı kalabalıklaştırıyor. Ne yazık ki hiçbir şey içimi ferahlatmıyor. Ucuz numaralardı bunlar çünkü. Belki başka bir zaman. Sanırım erkeklerin halinden anlamalı bir kadın. Ne bileyim işte, onların ne istediklerini bilmeli. Bizler onlar için yaratıldık. Yürüyorum. Düşünüyorum. Galiba biraz da titriyorum. Erotik laflarını esirgemiyorlar. Centilmen erkeklerden eser yok… Yazık. Duyabiliyorum. Bu kulaklar daha önce neler duymadı ki. Olsun diyorum. Sen kaşındın. Hem erkek bu, kadın kışkırtırsa, yapacak bir şey yok. Teslimiyet takvadadır. Daha fazlasını beklemesinler, benden bu kadar diye içimden geçirdiğim kelimeler duygularımı kontrol ediyorlar. Birkaç adım ötedeki duvarın yanında durarak gözlüğümü takıyorum. Durakta otobüs bekleyen bir yabancı gibi. Hem böyle yaparak daha havalı ve daha şuh duruyorum. Öyle olduğumu düşünüyorum. Başka erkekler bakıyor sonra. Parmaklarımın arasına aldığım bir dal sigarayı bırakıyorum kırmızı rujla beslediğim dudaklarımın arasına. O esnada bir erkeğin bana doğru yürüğünü fark ettim. Bekliyorum. Kendisinde çakmak olduğunu ve arzu edersem sigaramı yakabileceğini söyledi. Hemen cevap vermek istemiyorum. Fırsatını bulmuşken tadını çıkarmak istiyorum bu anın. Karşımda cevap bekleyen bir adam ve onun bekleyişinden haz alan ben. Gözleriyle dilini mi yuttun, konuşsana der gibi bakıyordu. Ben sigara kullanmıyorum. Sadece alışkanlık diyerek hemen cevabı yapıştırıyorum.  Şimdi cevap bekleme sırası bana geliyor. Peki o halde ben de gidiyorum, deyince dur, biraz daha kal yanımda diyorum. Hiç itiraz etmeden, peki beklerim, ama bir şartla... Şartını soruyorum. Beni öpmek istediğini söylüyor. Böyle bir durumda, başka bir şey yapmam gerekirken, susuyorum. Tek yapmam gereken buymuş gibi. Sustuğuma göre, kabul edilmiş sayılıyor olmalıydım. Beni öpüyor. Dudaklarıma bir erkeğin dudakları ilk defa değmiyor, ama ilk defa bu kadar utandığımı anladım. İkimiz de yabancıydık. Bunu söylemek kolay olmasa da rahatlatıyor o dudak birleşmesi. Ayrıldık ve gitti. Hiçbir şey demedim. O da demedi. Köşe başındaki erkekler kızgın gözlerle bakıyorlardı. Nasıl olduysa tartışan iki erkek çıkıyor kasaptan. Ağır küfürler dağılıyor etrafa. Yeşil gömlekli adamın elinde siyah saplı bir bıçak var. Tetikte bekleyen kediler içeriye giriyor usulca. Kediler ciğerlerin arasında dalıyor. Başka bir seçenek gelmiyor aklıma. Kedilere dalıyorum. Kavga edip etmemeye bir türlü karar veremeyen o iki erkeğe çeviriyorum gözlerimi. Beklediğim yerdeyim hâlâ. Ayrılıyorlar bir süre sonra. Yeşil gömlekli olan tekrar kasaba giriyor. Yüzünde kan görüyorum. Kasap bu olmalı diyorum. Öteki devam ediyor yoluna. Kedilerin çıkmasını bekliyorum. Belki de kaçamadılar, yakalandılar kasaba. Aklıma başka şeyler geliyor. Bu sefer daha pesimist şeyler düşünüyorum. Olabilir mi diyorum kendi kendime. Ciğerleri murdar eden kedilere ne yapılacağını en çok kasaplar bilir. Acılı bir miyavlama sesi geliyor içeriden. Gözlerim kapıda. Yok. İçeride hapis kalmış olmalılar. Belki de hıncını onlardan çıkardı kasap. İçeriye bir kadın giriyor. Kasabın metresi olmalı. Bu söz bir filmi hatırlatıyor. O filmin sahnelerinde kedi yoktu. Kadın kasaptan kırmızı et istiyor. Kasap ilk görüşte vuruluyor kadına. Kadının yalnızlığı derin. Filmin sonunu getirmiyorum. Sıkılıyorum. Sebebi yok. Boş veriyorum kadını. İki kedi daha eksildi sokaktan. Gözlüklerimi çantama koyuyorum. Etrafta kimseler yoktu. Köşedekiler de gitmişti. Derken kasap, boğazlarına ip geçirilmiş iki kediyi dükkanın önündeki ağaca bağlıyor. Gerginliğim biraz düşüyor. Korku filmlerinde alışkın olduğum sahneleri düşünmekten vazgeçiyorum. Mevsim sonbahar. Deniz dalgalı. Güzel şeyler bunlar, diyecekken kandırma kendini sıradan bir gün ve sıradan insanların yaşam telaşı, demek zorunda kalıyorum. Kendime başka bir yer aramak için ayrılıyorum oradan. Biraz önceki havamdan eser yok. Dudaklarımdaki ruju siliyorum. Sonra. Başka günahlara dalıyorum.


                                                                                                                                               Harun AKTAŞ
Mart 2014