31 Aralık 2013 Salı

‘’Anlamak, affetmektir’’





Sevgili Godot’un kadim dostları!..

Bu senenin son konuşmasını yapmak üzere burada,bizim meclisimizde  cem olmuş bulunmaktayız. Biliyorum hâlâ kırgınsınız Godot’ya. Kırgın olmanızın hiçbir önemi yok.Ama şunu bilin ki Godot,bir gün gelecek ve bu hasretiniz sona erecek.Bir gün mutlaka.Bu son yaşanan olayların kendi zatıyla hiçbir ilgisi olmadığını da sizi temin ederim.Öncelikle yılın bu son gününde neler izlediniz ve neler okudunuz biraz da onları tartışmak istiyorum:

‘’En son hangi filmi izlediniz? En son hangi kitabı okudunuz?’’

          Bir yandan hem bu soruların cevabını düşünün,hem de bir yandan beni dinlemeyi deneyin.Malûm hiç beklemediğimiz bir anda büyük bir patlama yaşandı birkaç gün önce.Kimseye bir şey olduğu yok şuan,ama daha sonraki günlerde-yıllarda bu ‘politik bomba’nın yıkıcılığını hissedeceğinizden hiç şüpheniz olmasın.İnsanları yargılamak bana düşmez tabii,ki yargıdan anladığımı da pek söyleyemem.Sadece olanları hayretler içinde anlamakla meşgûlüm bu aralar; kim mücrim, kim mağdur, diye? Mücrimin kim olduğu o kadar da önemli değil? Bilmek de istemiyorum.Hem bilsek ne fark eder ki. Lakin mağdurun yine vatandaş olduğu herkesçe aşikâr.Buraya kadar anlaşılması güç bir durum yok elbette. Hayır hayır, bunun için beddua edecek değiliz.Bizim, ne olduğumuzu bildiğimiz gibi onları da çok iyi biliyoruz. Buna aklımız da izanımız da yeter çok şükür.Öyle ki, bu aralar sıkça kullanılan meşhur bir laf vardır:’’abdestimizden şüphemiz yok ki namazımızdan olsun’’. Ama müsterih olun haddimi aşıp öyle ‘’kutsal kitaplar’’dan ayetler okuyarak cümlelerimi süslemeye çalışmayacağım. Bunu becerebileceğimi de hiç sanmıyorum zaten.Hem ‘’ileri demokrasi!’’yle yönetilen böyle bir memlekette,dini istismar ettiğimizi pekâla düşünebilirler.Hatta siz,İranlaşanlardan mısınız yoksa Malezyalaşanlardan mı,diye bir takım tuhaf içsel sorulara cevap vermek zorunda bırakabilirler sizi.Buna hazırlıklı olmalısınız zira.

           Her şeye rağmen ve herkese inat bu hâkir kulun arkasına sığınabileceği, Dücane Cündioğlu’nun ‘’dindarların da günaha ihtiyacı vardır.’’ sözü olacaktır.Ne bir fazla ne bir eksik.
Ve böyle bir ortamda, sanatla ilgilenmek de bize cezadır herhalde.Cezadan kastım mecburiyet değil,varoluşumuzdur.Ama bir dakika şunu da söylemeden edemeyeceğim;mimari eserlerimizi restore etmekteki maharetimiz her geçen gün biraz daha artıyor.Bundan nasibini alan son eserler, İstiklal Caddesi’ndeki Ağa Camii ve Aksaray’daki Pertevniyal Valide Sultan Camii oldu. Eğer yolunuz buralardan geçerse gözlerinizi şöyle bir çevirin semâya ve pür dikkat bakın lütfen.Aradaki müthiş uçuruma,tarihin nasıl katledildiğine şahit olacaksınız ve bakma zahmetine girmişken,etrafınızdaki beton yığınlarını da usulca süzmeyi unutmayın. Mezkûr düşünürden bununla alakalı olarak bir söz daha paylaşmadan edemeyeceğim; ‘’Kapitalizm seni betona gömüyor ey talip farkında bile değilsin,hem de bu sefer sarığıyla, cübbesiyle,seccadesiyle.’’Daha vahimi herkes evinin önünde bir kuyu kazma meşguliyetine girmiş durumda.Oysa bir gün, Ebu Cehil gibi kazdıkları o kuyulara kendilerinin düşebileceği ihtimalini hiç hesaplamıyorlar!..Az önce gördük.En son yaşadık.

          Evet,olaylar böyle cereyan ederken,biz kendi hayatımızı yaşamaya devam ettik,hiçbir şey olmamış gibi.Yani ‘’popülizmin’’ içine girdiği o karanlık dehlizlerden arındırmaya çalıştık belleğimizi; daha çok şiirler,hikâyeler okuduk;filmler izledik.Bir nevi açlığımızı gidermeye çalıştık.En çok hangi yönden eksiksek oraya doğru yelkenlerimizi açtık ve açıldık fırtınalı okyanuslara.Başarabildik mi peki?  

           Sanırım kendimize ‘’biraz daha’’ yabancılaşmaya başladık.Büyüdük ve kirlendik.Her şeyden öte ‘’inancımız’’sarsılmış durumda.Bunu söylemek çok meşakkatli ama bu aralar kime, ne için inanacağımı bilememenin sancısı içinde cebelleşiyorum.Öyle ki, Bergman’ın  The Seventh Seal(Yedinci Mühür) filmini bile sonunu getiremeyecek kadar yenik düştüm algıma.İlk başta özüme yapılmış ağır bir suçlama olarak gelebilir size,ama kenara çekilip tefekkür edince insan anlıyor hakikati. Bulunduğu yeri bile sorgulamaya çalışıyor bir noktadan sonra.Söylediklerim tamamıyla saçma gelebilir size ya da delirdiğimi söyleyeceksiniz.Delirmedim hayır,en azından bunu rahatlıkla söyleyebilirim.Fakat hiçbir ‘’deli’’ ben deliyim demez öyle değil mi? Haklısınız.Tam da Tarkovsky’nin Nostalghia’sindeki Domenico’nun filmin sonunda ‘’Deli bir adam size…Kendinizden utanmanızı söylüyorsa…Ne biçim dünyadır burası?’’ dedikten sonra kendini yakması kadar vahim.Seyretmek sağlıklı insanların işi ne de olsa.Ama gene de ısrar ediyorum; DELİ DEĞİLİİİM!..


Ve ben.

Tanrı’nın nerede olduğu ve benim Tanrı’ya ne için hizmet ettiğimin hiçbir önemi olamaz,olmamalı aslında.Bunlar benim asıl vazifelerim çünkü ve hiç kimseyi ilgilendirmez.Hatta Tanrı’yı bile,demek geliyor içimden,ama KORKUYORUM. Bu günahın sorumluklarını kaldırabilecek güçte olduğumu hiç sanmıyorum.Ondandır ki,kelimelere dökemiyorum iç kırıklarımı.Dökemem de.Anlamaya çalışıyorum.Tanrı’nın da tam bu yüzden beni anladığını ve affettiğini düşünecek kadar ahmak olduğumun da farkındayım.





‘’Artık alkışlamayın, biraz da anlayın!’’
Dücane Cündioğlu


Harun Aktaş
 31 aralık 2013