Sevgili
Godot’un kadim dostları!..
Bu
senenin son konuşmasını yapmak üzere burada,bizim meclisimizde cem olmuş bulunmaktayız. Biliyorum hâlâ
kırgınsınız Godot’ya. Kırgın olmanızın hiçbir önemi yok.Ama şunu bilin ki Godot,bir
gün gelecek ve bu hasretiniz sona erecek.Bir gün mutlaka.Bu son yaşanan olayların
kendi zatıyla hiçbir ilgisi olmadığını da sizi temin ederim.Öncelikle yılın bu
son gününde neler izlediniz ve neler okudunuz biraz da onları tartışmak
istiyorum:
‘’En
son hangi filmi izlediniz? En son hangi kitabı okudunuz?’’
Bir yandan hem bu soruların cevabını
düşünün,hem de bir yandan beni dinlemeyi deneyin.Malûm hiç beklemediğimiz bir
anda büyük bir patlama yaşandı birkaç gün önce.Kimseye bir şey olduğu yok şuan,ama
daha sonraki günlerde-yıllarda bu ‘politik bomba’nın yıkıcılığını
hissedeceğinizden hiç şüpheniz olmasın.İnsanları yargılamak bana düşmez tabii,ki
yargıdan anladığımı da pek söyleyemem.Sadece olanları hayretler içinde
anlamakla meşgûlüm bu aralar; kim mücrim, kim mağdur, diye? Mücrimin kim olduğu
o kadar da önemli değil? Bilmek de istemiyorum.Hem bilsek ne fark eder ki. Lakin
mağdurun yine vatandaş olduğu herkesçe aşikâr.Buraya kadar anlaşılması güç bir
durum yok elbette. Hayır hayır, bunun için beddua edecek değiliz.Bizim, ne
olduğumuzu bildiğimiz gibi onları da çok iyi biliyoruz. Buna aklımız da izanımız
da yeter çok şükür.Öyle ki, bu aralar sıkça kullanılan meşhur bir laf vardır:’’abdestimizden
şüphemiz yok ki namazımızdan olsun’’. Ama müsterih olun haddimi aşıp öyle ‘’kutsal
kitaplar’’dan ayetler okuyarak cümlelerimi süslemeye çalışmayacağım. Bunu
becerebileceğimi de hiç sanmıyorum zaten.Hem ‘’ileri demokrasi!’’yle yönetilen
böyle bir memlekette,dini istismar ettiğimizi pekâla düşünebilirler.Hatta siz,İranlaşanlardan
mısınız yoksa Malezyalaşanlardan mı,diye bir takım tuhaf içsel sorulara cevap
vermek zorunda bırakabilirler sizi.Buna hazırlıklı olmalısınız zira.
Her şeye rağmen ve herkese inat bu
hâkir kulun arkasına sığınabileceği, Dücane Cündioğlu’nun ‘’dindarların da
günaha ihtiyacı vardır.’’ sözü olacaktır.Ne bir fazla ne bir eksik.
Ve
böyle bir ortamda, sanatla ilgilenmek de bize cezadır herhalde.Cezadan kastım mecburiyet
değil,varoluşumuzdur.Ama bir dakika şunu da söylemeden edemeyeceğim;mimari
eserlerimizi restore etmekteki maharetimiz her geçen gün biraz daha artıyor.Bundan
nasibini alan son eserler, İstiklal Caddesi’ndeki Ağa Camii ve Aksaray’daki
Pertevniyal Valide Sultan Camii oldu. Eğer yolunuz buralardan geçerse gözlerinizi
şöyle bir çevirin semâya ve pür dikkat bakın lütfen.Aradaki müthiş uçuruma,tarihin
nasıl katledildiğine şahit olacaksınız ve bakma zahmetine girmişken,etrafınızdaki
beton yığınlarını da usulca süzmeyi unutmayın. Mezkûr düşünürden bununla
alakalı olarak bir söz daha paylaşmadan edemeyeceğim; ‘’Kapitalizm seni betona
gömüyor ey talip farkında bile değilsin,hem de bu sefer sarığıyla, cübbesiyle,seccadesiyle.’’Daha
vahimi herkes evinin önünde bir kuyu kazma meşguliyetine girmiş durumda.Oysa bir
gün, Ebu Cehil gibi kazdıkları o kuyulara kendilerinin düşebileceği ihtimalini
hiç hesaplamıyorlar!..Az önce gördük.En son yaşadık.
Evet,olaylar böyle cereyan
ederken,biz kendi hayatımızı yaşamaya devam ettik,hiçbir şey olmamış gibi.Yani ‘’popülizmin’’
içine girdiği o karanlık dehlizlerden arındırmaya çalıştık belleğimizi; daha çok
şiirler,hikâyeler okuduk;filmler izledik.Bir nevi açlığımızı gidermeye
çalıştık.En çok hangi yönden eksiksek oraya doğru yelkenlerimizi açtık ve
açıldık fırtınalı okyanuslara.Başarabildik mi peki?
Sanırım kendimize ‘’biraz daha’’ yabancılaşmaya
başladık.Büyüdük ve kirlendik.Her şeyden öte ‘’inancımız’’sarsılmış durumda.Bunu
söylemek çok meşakkatli ama bu aralar kime, ne için inanacağımı bilememenin
sancısı içinde cebelleşiyorum.Öyle ki, Bergman’ın The Seventh Seal(Yedinci Mühür) filmini bile
sonunu getiremeyecek kadar yenik düştüm algıma.İlk başta özüme yapılmış ağır
bir suçlama olarak gelebilir size,ama kenara çekilip tefekkür edince insan
anlıyor hakikati. Bulunduğu yeri bile sorgulamaya çalışıyor bir noktadan sonra.Söylediklerim
tamamıyla saçma gelebilir size ya da delirdiğimi söyleyeceksiniz.Delirmedim
hayır,en azından bunu rahatlıkla söyleyebilirim.Fakat hiçbir ‘’deli’’ ben
deliyim demez öyle değil mi? Haklısınız.Tam da Tarkovsky’nin Nostalghia’sindeki
Domenico’nun filmin sonunda ‘’Deli bir adam size…Kendinizden utanmanızı
söylüyorsa…Ne biçim dünyadır burası?’’ dedikten sonra kendini yakması kadar
vahim.Seyretmek sağlıklı insanların işi ne de olsa.Ama gene de ısrar ediyorum;
DELİ DEĞİLİİİM!..
Ve
ben.
Tanrı’nın
nerede olduğu ve benim Tanrı’ya ne için hizmet ettiğimin hiçbir önemi olamaz,olmamalı
aslında.Bunlar benim asıl vazifelerim çünkü ve hiç kimseyi ilgilendirmez.Hatta
Tanrı’yı bile,demek geliyor içimden,ama KORKUYORUM. Bu günahın sorumluklarını
kaldırabilecek güçte olduğumu hiç sanmıyorum.Ondandır ki,kelimelere dökemiyorum
iç kırıklarımı.Dökemem de.Anlamaya çalışıyorum.Tanrı’nın da tam bu yüzden beni
anladığını ve affettiğini düşünecek kadar ahmak olduğumun da farkındayım.
‘’Artık alkışlamayın, biraz da
anlayın!’’
Dücane Cündioğlu
Harun Aktaş
31 aralık 2013